31.10.2006

Nefsi hastalıklar

"Zayıflık, ümitsizlik, emelsizlik, şımarıklık, aşırı sevinç, kendini beğenmişlik, yersiz övünme, zülüm, azgınlık, inkàr, nankörlük, acelecilik, başıboşluk, serserilik, cimrilik, aç gözlük, hırs, münakaşa, gösteriş, şüphe, kararsızlık, cehalet, gaflet, düşmanlıkta katılık, aldatma, yalan, iddià, sabırsızlık, şikàyet ve yakınma, infak etmeme, isyankàrlık, inatçılık, tahakküm, haddi aşma, mala düşkünlük ve dünyaya dört elle sarılma.

Bu Nefsi hastalıklardan kurtulup mutmain olunca içini Allah'ın zikri, şeytandan sakınma, güç ve gayretin Allah ile mümkün olduğunu itiraf etme, gökleri ve yeri ayakta tutan ve yok olmaktan koruyan Allah'a yönelme gibi, insanın maneviyatını güçlendiren ve ruhi kalitesini yükselten faziletlerle dolar. Bu durumda yükselen insandan şeytan artık çekinmeye başlar ve onunla karşılaştığı yolunu değiştirir.

Nitekim Hz. Ömer bunun en güzel örneğidir. Hz. Peygamber (SAV) ona hitaben şöyle demiştir: 'Ey Hattâboğlu Ömer, şeytan aslâ seninle karşılaşamaz. Sen bir yoldan giderken, o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelir gider.' "

29.10.2006

Hayatdar

Kemikten bir kafes içinde, yumruk büyüklüğündeki etten pompa, muntazam çalışıyor.

Pompalanan hücreler; vücudunu baştan ayağa, ince bir nakış gibi donatan narin borularda geziyor.

İki pencereden, senin için süslenmiş kainatı seyrediyorsun. Perdeleri açıkken ayrı, kapalıyken ayrı alemleri izliyorsun.


Ciğerlerine nefes çeken burnun; beynine de türlü türlü koku sinyalleri gönderiyor. Toprağın, gülün, meyvenin kokusunu alıyorsun.

Acıkan karnını doyuruyorsun. Dişlerinle öğüttüğün her yiyecek, vücuduna gerekli yakıt, damağına da ayrı birer lezzet oluyor. Limonun ekşisi, biberin acısı, şekerin tadı kalıyor dilinde.

Sineğin vızıltısını, gök gürültüsünü, ağlayan bebeği, müezzini işitiyorsun.

Parmakların dilediğini tutuyor. Su içtiğin bardağı, kitabı, kalemi, sevdiğinin elini...

Ayakların koca bedenini yükleniyor, seçtiğin yöne doğru götürüyor seni.

Konuşuyorsun, gülüyorsun, ağlıyorsun, yaşıyorsun.

Hayattasın.

Peki;

Gösterenden, dinletenden, tattırandan, kalbini attırandan, varlığını kuşatandan, yaşatandan haberdar mısın?

Hayatdar mısın?

25.10.2006

...

"Yarımlar, yarım kalmaz ardından.

Yetmez mi?

uyu, uyan...

uyu, uyan...

Uyu, uyan-ma artık" diyorsa bir ses

Sığın ALLAH'a

Hasbunallahi ve ni'mel vekil!

Sanki almışım

Arabalı karıncalar size de tanıdık gelecek.

22.10.2006

20.10.2006

KABUL

Sıradan bir gün daha başlamıştı. Hızla kahvaltı etti. Aynada kravatını düzeltti. Siyah deri çantasını eline aldı ve aşağıya indi. Arabasının hala bakımda olmasına hayıflanarak bir taksi çağırdı. Bugün programı yoğundu. Önce fabrikaya uğramalıydı. Sonra… “Akşam da annemin çorbasını içerim” dedi içinden.

Cahil bir kadındı annesi. Hayattan zevk almayı bilmezdi. Çoğu insanın ancak rüyasında göreceği imkanlara sahipken, O eskimiş seccadesini, Kur'an'ını tercih ederdi. Yine de çok severdi annesini. Bir gün görmese özler, 5-10 dakikalığına da olsa ziyaret ederdi. Sonra kıyafeti de çevresideki süslü kadınlardan çok farklıydı. Niye saklardı ki kendini o çarşafın içinde? Niye gizlerdi o siyah örtüyle, gençlerden daha taze yüzünü?

Düşüncelerden sıyrılıp etrafına baktı. Adres söylememişti. Fakat taksici onu hiç bilmediği bir yere götürüyordu. “Hayır” dedi, burası değil. “Şu adrese gideceksin.” “Bana verilen emri uyguluyorum” dedi taksici. Adam “hayır” diyordu ısrarla. Kendinden emin ve mağrur bakan gözleri dehşetle açılmıştı. Hayal meyal hatırlıyordu bir yerlere gideceğini, duymuştu… “Fakat şimdi değil, şimdi değil” diyordu. Hemen siyah çantasına sarıldı. Taksicinin, aldığı emri her şeye rağmen yerine getireceğini biliyordu. Titreyen elleriyle çantayı karıştırmaya başladı. Öyle ya, bunları hazırlamak için çok çalışmıştı. Fakat o da ne?! Ev, fabrika, ofis tapuları, banka cüzdanları, diplomalar… Hepsinin üzerine kırmızı birer mühür basılmıştı.

RED! RED! RED!

Bir zarf çıktı evrakların arasından. Üzerinde yeşil “KABUL!” mührü olan zarfta “annen” yazıyordu. Heyecanla açtı, okudu:

“Allahım, oğlumdan razı ol. Ona tevbe fırsatı vermeden, tevbesini de kabul etmeden canını alma!"

Nefes nefese uyandı. Bu bambaşka bir sabahtı. Hidayet sabahı... Annesini arayıp rüyasını anlattı. Elini öpmeye, yine duasını almaya gidecekti.

Annesi şükür secdeleriyle oğlunu beklerken telefon çaldı. Numara oğlunun, ses bir yabancınındı.

“Teyze… Ben taksiciyim… Oğlun.. oğlun arabamda kalp krizi geçirdi… Başın sağolsun. ‘Anneme söyleyin’ dedi. ‘Duası KABUL oldu’.”

19.10.2006

Cevşen'den

Allah’ım Senden şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvarıyorum.

Ey her şeyin Gerçek Mâbudu olan Allah

Ey dünyada dost ve düşman ayırt etmeden bütün mahlukatını rızıklandıran Rahman

Ey âhirette sadece dostlarına rahmet edecek olan Rahim

Ey herseyi hakkıyla bilen Alîm

Ey yarattıklarına son derece yumuşak muamele eden Halîm

Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm

Ey herşeyi yerli yerinde yapan Hakîm

Ey varlığının başlangıcı olmayan Kadîm

Ey herşeyi ayakta tutan Mukîm

Ey iyilik ve ikrami bol olan Kerîm

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

11.10.2006

Beş Vakit

SABAH NAMAZI

Vakit seher…

Zamanın rahmine sabahın nütfesi düştü az önce. Gün doğuyor yine ve yeniden. Şimdi hatırla ki, sende bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin. Hatırla ki, Rabbin seni yokluğun gecesinden varlık ufkuna eriştirdi. Unutulmuşluğun gecesinde bırakmadı seni. Rabbin seni sahipsiz de bırakmadı. Şimdi seher vakti. Sıyrıl gafletin gecesinden. Sehere aç gözlerini. Rabbine aç gözlerini. Uyan. Uyan ve an seni hiç unutmayan Rabbini herkes unutsa bile, seni unutmayan Rabbini herkesin O’nu unuttuğu anda an! Kalk! Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin(asm).

Şimdi sabah! Şimdi sabah namazı vakti.

ÖĞLE NAMAZI

Vakit Öğle…

Güneş göğün en yüksek noktasında. Tıpkı gençliğin gibi. Şimdi gün de bir delikanlı. Heyecanlı ve telaşlı… Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, hiç akşam olmayacakmış gibi… Oysa, güneş şimdi batmaya başladı. Zirveye erişen herkes gibi o da alçalmaya başladı. Akşama akıyor ışıklar artık. Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazandır. Vakit öğle…O kadar gürültü var ki ortalıkta …Kalbinin sesini duyamıyorsun bile. Ruhunun sonsuza uzanan emellerine kör olmak üzeresin. Telaşların arasından sıyrıl, yer ayır ruhuna. Kalbini sonsuzluğa bitiştir. Alnını secdeye değdir

Şimdi Öğle vakti. Öğle Namazı vakti.

İKİNDİ NAMAZI

Vakit İkindi...

Gün ihtiyarladı. Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne. Hüzün renkli bulutlar sardı göğü. Güneşin saltanatı bitmek üzere. Zevale akıyor ışıklar. Hatırla ki, sende bir ömrün ikindisine yürüyorsun. Tenin soluyor. Gözlerinin feri çekiliyor. Öbür kıyısındasın artık nehrin. Güz yaprakları gibi. Hem dalındasın hayatın, hem de düşmeye hazırsın. Rüzgarı bekliyor gibisin. İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın. Hoyrat bir rüzgar artık zaman. Şimdi İkindi Vakti. Secdeye koy alnını. Zamanın sahibini selamla. O’na konuş, O’nunla konuş; dualarını fısılda. Sonsuzluğa tutun hece hece.

Şimdi İkindi.Şimdi İkindi Namazı Vakti.

AKŞAM NAMAZI

Vakit Akşam...
Gün ölmek üzere. Güneş ışıklarını topluyor eşyanın üzerinden. Kızılca kıyameti kopuyor dünyanın. Kara kefenini giyiniyor gün. Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi yitiveriyor. Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün.Ömrünün ışıkları solacak. Hayatının perdesi çekilecek Dudakların da donacak gülücük güneşi. Zaman uçurumun olacak; gelen günün güneşi sana doğmayacak Şimdi akşam. Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki, sende şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaşıp Rabbine yanaşasın. Seni sen yokken de bilen Rabbin , sen öldükten sonrada bilecek elbet. Herkesin unuttuğu yerde seni bir O hatırlayacak. Hatırını yalnız O bilecek. Sen de O’nu an şimdi.

Şimdi akşam vakti.Akşam Namazı Vakti...

YATSI NAMAZI

Vakit Yatsı...

Gün çoktan öldü. Güneş ışıklarını topladı. Gece hükmediyor aleme. Güneşin saltanatı bitti. Işıklar tükendi ufuklarda. Renkler ellerini çekti eşyadan. Gül soldu, gün soldu. Göğe yöneldi gözler. Hatırla ki, sende unutuşun kara gecesinde yuvarlanacaksın. Bir adın kalacak geriye. Bir mezar taşın hatırlayacak belki seni. Belki o da unutacak. Düşün ki, unutuşun koyu karanlığı çökmüş üzerine. Yokluğuna çoktan alışılmış. Unutuluşun hepten kanıksanmış. Kimsenin özlediği bile değilsin artık. Hatırla bunları. Hatırla ki, çoklarının seni unuttuğu bu gece, herkesi unutup sen de O’nu hatırla. Çoklarının ışıklara kanıp sahte renklerin kuyularına daldığı bu gece, Rabbine kan, Rabbine uyan.

Şimdi Yatsı Vakti. Şimdi yatsı Namazı Vakti...

-Senai Demirci-

10.10.2006

ZİKRULLAH

İşe başlamadan önce İNŞALLAH

Kendimize güvenirsek EVELALLAH

İşe başlarken BİSMİLLAH

İşten vazgeçersek EYVALLAH

Sonuna kadar gitmek istersek YA ALLAH

Canımızı sıkarlarsa FESÜBHANALLAH

İşe coşku ve heyecanla sarılınca ALLAH ALLAH ALLAH

İşi başarı ile bitirince MAŞALLAH

Eğer işi başaramasak HAY ALLAH

7.10.2006

Şimdi nerdesin?














Biz, aynı elbisenin dört katı fiatını bir etikete verirken,

sığmayan giysileri koymak için yeni dolaplar beğenirken,

Ayşe hanımlarınki daha lüks diye koltukları değiştirirken,

koltuklara uymayan yeni perdeleri yine yenilerken,

çocuklarımız arkadaşlarıyla en pahalı oyuncak yarışına girerken,

yine de mutlu olmazken,

ellerimizdeki ağır paketleri lüks otomuzun bagajına kadar zorla taşırken,

tokluktan yemek beğenmezken,

midemize sığdıramadıklarımızı elimiz titremeden çöpe dökerken,

biz alırken..alırken..alırken...

atarken,

saçarken,

dökerken,

yine de memnun olmazken,

şükretmezken,

...

Sen kapatma tertemiz yüzünü

Biz kapatalım hala kızarmayan yüzümüzü!!!

5.10.2006

3.10.2006

Kaya kırlangıçları

"Kaya kırlangıçları, yiyecek bulduklarında sadece kendilerini düşünmezler. Yiyeceğin yerini çeşitli hareketlerle arkadaşlarına da bildirirler. Avlanmakta usta olan kırlangıçlar, yiyecek bulmakta zorlananlara yardım ederler. Zamanlarının çoğunu buldukları yiyeceklerin yerini arkadaşları na göstererek harcarlar."

İlkokul 3. sınıf ders kitabından öğrenecek şeyleri olan ne çok yetişkin var...