29.11.2006

Hayırdır inşallah

Allah sonunu hayr etsin, bu aralar "hayır" kelimesi fena halde dilime takıldı. Gerekli- gereksiz bol bol kullanıyorum.

Hayırlısı...

Allah hayrını versin...

Bunda da vardır bir hayır...

Hayırdır?

Hayır, hayır...

Bu kadar "hayır" hayra alamet midir bilmem...

Neyse, Allah'dan hayırlısı... :)

21.11.2006

...















Mevsim zemherir.

9'unda mücahidin elleri üşür.

Küçük bedenine sığmaz bir yürek taşır.

İçindeki yangın alemi yakar da, ısıtamaz avuçlarını.

Şehrinin seması kapkara duman.

Ne güneşi görüyor, ne ay ışığını.

Sayamıyor güneşin annesiz kaç güne
daha doğduğu...

Ve bir bomba daha.. çok yakınında...

Annenin kucağında bir bebek,

Bebeği kucağında bir anne daha...

1..5..70... her yaştan insanların feryatları...

...


Kömür gözler babasını arıyor.

Ürkek değil, cesur er bakışları.

Tek tek geçiyor şehitleri.

Her biri babasının bir eşi.

Asrın ebu cehilleri kaç babanın kanına girdi?

...

Ve dermansız kaldığı anda,

Resulallah manen yanında.

Ammar'ı teselli eder gibi okşuyor saçlarını.

Sümeyye'yi, Yasir'i müjdeler gibi müjdeliyor anasını, babasını.

Isıtıyor üşüyen ellerini.

Gücü kuvveti oluyor cılız vücudunun.

"Sevin" diyor.

"Evladısın Peygamberin ve Peygamber komşusunun..."

14.11.2006

Ders 1

Konu: zıt anlamlı sözcükler

Ebruli: ............. Anladın mı oğlum?

S. : Anladım.

Ebruli: Peki o zaman söyle bakalım; "son" sözcüğünün zıt anlamlısı nedir?

S. : NOS

13.11.2006

Bir söz...

"Aklı başında olan insan,
ne dünya umurundan kazandığına mesrur
ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz."
Bediüzzaman

11.11.2006

Cins-i Latif

Ünvanına yakışır şekilde; bir hoş(!) cinstir hanımlar...

Mesela; birikim yapmak isterler, fakat bunu tek başlarına yapamazlar. En az 6-7 kişi olmak üzere, belirli günlerde bir araya gelirler. Birikimin cinsine göre günün adı değişir. Altın günü, dolar günü, euro günü vs...

Ev sahibi bir gün önceden baklava açar. Aynı gün börekler, kısırlar hazırlanır. Maksat müşt.. pardon misafir memnuniyeti...

Hanımlar toplaşır, kaynaşır vs... Sohbetten anlaşırlır ki; önceleri bu hanımların toplanma maksatları; imani konularda kitaplar okuyan ve tefsir dersleri veren bir hocayı dinlemekmiş. Zamanla, hoca cemaatten, cemaat de hocadan memnun kalmayınca yolları ayrılmış. Hanımlar birbirlerini pek sevdiklerinden, bu toplantılara "gün" adı altında devam etmeye karar vermişler.

...

Hazır hoca da gelmemişken (helal dairede) eğlenilir. Çaylar içilir, börekler, kısırlar yenir, pek memnun kalınır. Sanki yapılan ikramların ücretiymiş gibi, paralar çıkarılıp ev sahibine sunulur...

Genelde hep bir ağızdan konuşulur. Diğerlerinin sustuğu nadir anlarda, konuşan kişi, dinleniyor olmanın verdiği keyifle anlatır da anlatır... Kimi ağzı açık dinler hanımı, kimi de "yeteeer"diye bağırır (içinden).

Tam da bir kaç satır kitap okunmaya karar verilir ki; eve dönüş saatinin geldiği farkedilir ve bir dahaki "gün"e ertelenir.

Misafirler evlerine giderler ve ev sahibi ikram etmeyi unuttuğu baklavayı hatırlar...

Ve haftanın konuğu; "gün"de söyle-ye-mediklerini, ağrıyan başına rağmen blogunda yazar...

7.11.2006

Bu da geçer...

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye varır. Karsısına çıkan insanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatacak yer verecek birileri olup olmadığını sorar. Köylüler, Derviş’e, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söylerler ve Sakir diye birinin çiftliğini tarif edip, oraya gitmesini salik verirler.

Derviş yola koyulur, yolda birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Sakir'in, o yörenin en zengin kişilerinden biri olduğunu öğrenir. Bölgedeki ikinci zengin ise, Haddad isimli bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Sakir'in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır. İyi misafir edilir, yer, içer ve dinlenir. Sakir de, ailesi de hem misafirperver ve hem de gönülleri zengin insanlardır.
Sonra tekrar yola koyulma zamanı gelir ve Derviş Sakir'e ve ailesine teşekkür ederken, "Böyle zengin bir insan olduğun için hep şükret." der. Sakir'den ise şöyle bir yanıt alır:

"Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer...".

Derviş, Sakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu yanıt üzerine uzun uzun düşünür. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Derviş’in yolu yine ayni yöreye düşer. Sakir' e uğrayıp, ziyaret etmek ister. Yolda karşılaştığı köylülerle konuşurken, köylüler:

"Haaaa o Sakir mi? O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın yanında çalışıyor..." derler.

Derviş, hemen Haddad'in çiftliğine gider. Sakir'i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır. Üzerinde eski püskü giysiler vardır. Geçen süre içindeki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi barkı yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için, tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmak zorunda kalmıştır. Bu süre zarfında Sakir ve ailesi, Haddad'a hizmetkârlık yapmaktadırlar.

Sakir, Derviş’i, bu kez son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır. Derviş, vedalaşırken, Sakir'e olup bitenlerden ne kadar çok üzgün olduğunu söyler ve Sakir'den su yanıtı alır:

"Üzülme... Unutma, bu da geçer..."

Derviş, gezmeye devam eder ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra, yolu yine aynı bölgeye düşer. Öğrendiklerinden şaşkına döner. Bir süre önce ölen Haddad, ailesi olmadığından, bütün varını yoğunu, en sadık hizmetkârı ve eski dostu Sakir'e bırakmıştır. Sakir, Haddad'ın konağında oturmaktadır. Kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine o yörenin en zengin insanı olmuştur. Derviş, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini dile getirdiğinde yine aynı yanıtı alır:

"Bu da geçer..."

Birkaç yıl sonra Derviş yine Sakir'i arar. Ona bir tepe gösterirler. Tepede Sakir'in mezarı vardır ve mezar taşında söyle yazmaktadır: "Bu da geçer". Derviş, üzgün bir şekilde, "Allah Allah, ölümün nesi geçecek?" diye düşünür ve gider...

Ertesi yıl, Derviş, Sakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortalıklarda mezar falan kalmamıştır. Büyük bir sel gelmiş, bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Sakir'in mezarından geriye hiç eser kalmamıştır.

O yıllarda, ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini kaptırmasını, tembelliğe düşmesini önleyecektir. Hiç kimse, sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapmayı başaramaz.

Sultanın adamları bir gün bilge Derviş’i bulurlar, yardım isterler. Sultan yüzüğe fena halde takmıştır. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazar. Kısa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur. Sultan önceleri hiçbir anlam veremez; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya takılır gözü. Üzerinde biraz düşünür ve yüzü aydınlanır. Büyük bir mutluluk ışığı parlar gözlerinde. Sonunda tam da istediği bir yüzüğü olmuştur. Yüzüğün üzerindeki yazı mı? Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde:

"Bu da geçer..."

Dost

4.11.2006

Farkında mıyız?

"Farkında" olmalı insan. Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı.

Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen.

Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.

Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken "Dünya benim!"dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların "her şeyi bırakıp gidiyorum işte!" dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.

Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Azrailin her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan ve ölmeden evvel ölebilmeli.

Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Eşine "seni çok seviyorum!" demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.

Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını 60-70 yıl sonra sigara yüzünden Azrail'e soba borusu gibi teslim etmenin emanete hıyanet sayılacağını fark etmeli.

63 yıllık ömründe hiç karnı doymayan bir peygamber'in ümmeti olarak aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.

-alıntıdır-

1.11.2006

kınama :)

Başlığından da anlaşılacağı gibi bu bir kınama yazısı. Baazı blogcular; yorumları onaya tabi tutuyorlar malumunuz.

Bazıları(!) bu onay meselesini abartıyor, işine geleni yayınlıyor, işine gelmeyeni* yayınlamıyor. Sözüm
meclisten dışarı :)

İstediğimi yazabileceğim bir blogum var. Ne güzel... :)

---

* Parmaklarım heyecanımdan değil, yazımın hızına yetişemediği için birbirine karışıyor. Bilir misin bilmem, hızlı klavye kullanlarda olur...