26.01.2008

sınaVar

vakti ânı meçhul bir sınav var

bezm-i elestten sözüm, şehadetim var

korkum kadar ümidim, ümidim kadar korkum var

her uzvunun görevleri yazılmış

ruhuma giydirilmiş emaneti var

var gücüyle ayağıma sarılmış

kor ateşe sürükleyen iblis var

zehiri bal kabında gizleyen

yavaş yavaş hasta eden nefis var

en muzır oyunlarla daldıran

gerçekleri unutturan heves var

şeffaf bir yorgan imiş bahanelerim

altında gizlenmeyen ayıplarım var

tasam çok, yanlış eksik ödevlerim var

merhametinden zerre vermiş varlıklarına

rahmetine sonsuz itimadım var

...

sınav soruları tâ ezelden verilmiş

her tarafa yazılmış cevapları var

oku!

okuduğunu bir bir yaşa diyen kitap var

beni benden çok düşünen kurtarıcım Habib var

tutanı asla düşürmeyen sapasağlam bir ip var

kayıp değil geçti sandığım bir ân

her işimin yazıldığı defter var

bir başıma gireceğim kabirde

yanımda bir tek bu deftere izin var

...

sınav ânı geldi mi...

yalnız ve yalnız hakikat var

yalan yok

hile yok

bahane yok

ezber yok

kopya yok

"biz bunu daha öğrenmedik" yok

"bir şans daha" yok

"hazır mısın?" diye bir sual yok

dönüş yok

kaçış yok

...

korku var

telaş var

pişmanlık var

"keşke" var

utanç var

...

diler ise;

huzur var

güven var

ferah var

rahmet var

af var

lütuf var


gurbetten sılaya dönüş var

emaneti hakkı ile veriş var

en sevdiğine varış var
...

gam yok

keder yok

Allah var

Allah yâr

...

"Bilmiyorlar Allah'ım, bilseler yapmazlardı"

22.01.2008

bizden bir şeyler

Latîf cinsimizin hoşlukları saymakla bitmez. Biri var ki; önceleri hep beni bulur böyle hoşluklar diye düşünürdüm ama öyle değilmiş. Çoğumuza oluyormuş.

İletişim hoşluğu da diyebiliriz buna. Karşılıklı konuşma. Bunun neresi hoş diyeceksiniz şimdi. Bu sadece karşılıklı konuşma. Dinleme olayı yok bu iletişimde. Dinliyor gibi görünmek var. İnandırıcılığınız ise rol kabiliyetinize bağlı. Hoş, anlaşılmak pek de umurda değildir bu iletişimde. Önemli olan konuşmaktır.

O anlatır.. diğeri de anlatır. O bıraktığı yerden devam eder. Diğeri de aynen devam eder kaldığı yerden. Birbirlerine fırsat verirler konuşmaları için. Biraz konuşur biraz susarlar. Sadece susarlar tabi dinlemezler. Sustukları zaman da sıraları geldiğinde ne anlatacaklarını düşünürler. Düşünürken de anlıyormuş gibi kafa sallarlar ki hemcinsleri mutlu olsun. İkisi de birbirini kandırır dinliyor gibi görünerek. İkisi de (belki) farkındadır kandırıldıklarının, kendi kendilerini de kandırdıklarının. Olsun, konuşuyorlardır yine de. Mutlulardır.

X : -Bu gün boğazım ağrıyor üşütmüşüm galiba. Şu şu ilaçları alıyorum. Akşama da misafirim gelecek ne pişirsem acaba?

Y: - Geçen bir deterjan almıştım. Bilmem kaç lira. Onla sildireyim diyorum koltukları. Bir de perdeciye gittim dün. Eşime de dedim valla.. mutfağa perde diktirecem dedim.

X: - Fırında tavuk yapayım diyorum. Bir de pilav, salata... Tatlı yapmıycam valla hazır alıcam.

Y: - Perdeciyle de konuştum bir haftaya hazır edermiş. Eşime de dedim olur dedi...
("eşime dedim" kimileri için klasiktir. Hemen her cümlede kullanılır.)

.............

Çeşitlenerek uzar.. gider.. Biri çıkıp dinlemeye kalkarsa "sohbetin" büyüsü bozulur. Bu tür durumlarda herkes hoşlaşmalıdır ki ortama uyum sağlayabilsin. Aksi halde ortamda iğreti durur. Dinleyip dinleyip konuşmadığıyla kalır.

Şu önemli notu düşeyim de bazıları durumdan vazife çıkarmaya kalkmasın. Hoşluklarımızdan biri de (beylerin aksine) kendimizi tiye alabilecek özgüvene sahip olmamızdır.

Beyler bu kıyağımı unutmayın! Ve tabii istenmeyen nâhoşluklara maruz kalmamanız için, bu tüyoyu hanımların aleyhine kullanmayın. Asrın hatasını yaparsınız. Hemcinslerimize gösterdiğimiz müsâmahayı size göstermeyiz. Demedi demeyin.

16.01.2008

yaşa, neler gelir başa


Resimde gördüğünüz Said'in çalışma masasının çekmecesi. İçinde gördüğünüz karartılar da sinek. Evet, tam 3 tane iri ve de an itibariyle ölü kara sinek.

Kızımın tokasını ararken açtım çekmeceyi ve bu manzara ile karşılaştım. Önce açık kalan ağzımı elimle kapattım ki hala sağ kalan bir tane varsa ağzıma girmesin... Said de yanımdaydı. Sorsam pişman olur muyum diye düşünüyordum ki Said fırsat vermedi sormama...

S: - Şey anneee şey olduu...

E: - Ne oldu?!

S: - Şey işte...

E: -Ney işte???!!!

S: -Besleyecektiim..

E: -Öldürdükten sonra nasıl besleyecektin?

S: - Ben öldürmedim ki havasızlıktan ölmüşler.

E: -.....?....!...?......

S: - Önce bir tanesini yakalamıştım ama yalnız kaldı orda tek başına. Ben de akrabalarını bulup yanına koydum.

E: -Şimdi ne olacak peki? Orda mı kalacaklar?

S: -Anne hatıra olarak kalsınlar lütfeennn!!


Bir gün gardroptan tarantula ailesi çıkarsa şaşırır mıyım? Bilemiyorum...

14.01.2008

Mehmet Abinin Hatıraları

Çok Değerli Ebruli Hanım Kardeşim beni Mimlemiş. O’nu kırmak olmaz. Bir şeyler yazmam lazım. Aklıma aşağıdaki anılarım geldi. Müsaadenizle onları anlatayım. Umarım beğenirsiniz...

İçerlediğimiz bir hadise (intikam almışsanız bunu da yazabilirsiniz):

Bir gün bir dostum Mersin'de bizi yemeğe götürdü. Üç kişiydik, ben de misafirdim. Bir de dükkân sahibi geldi masamızda oturdu. Yedik içtik diğer iki arkadaş müsaade edip kalktılar. Herhalde sandılar dükkân sahibi hesabı ödetmez diye. Garson da hesabı alacak kimseyi bulamayınca yakamıza yapıştı ve aldı. Misafir gittik hesabı ödedik.

En komik anılarımızdan biri:

Yeni evli, eşi bumbar çok seven, ama kendisi bumbarın bulunduğu şehri bile terk edecek kadar bumbardan rahatsız olan hatta tiksinen bir arkadaşımla yaşadığım bir hatıradır.Yıllar önceydi yanılmıyorsam 1997 yılıydı bu dostumun kayınpederine misafir olmuştuk. Damatları ve kızları geliyor diye hem hamarat hem de değme aşçılara taş çıkartan muhterem Kayınvalidesi tarafından envai çeşit nefis yemekler ve de kızları çok sevdiği için tabi ki meşhur bumbarı da hazırlamıştı. Gerçekten her yemeği özellikle bumbarı çok güzel yapardı Muhterem Ablam. Gel gör ki damat efendi sofraya oturmaz ve bumbarı görmemek için diğer odalarda oturur. Bizler afiyetle yedik ama dostum bir türlü yemek yemiyor… Kıvır zıvırla karnını doyurmaya çalışıyor...

Kayınpederi çağırdı damadına ve bir teklifte bulundu. Dedi ki aha bumbar aha metre ye bundan her cm’ si için sana 100 milyon… Bugünkü 100 YTL ye tekabül edecek bir para...

1cm =100 YTL

100 cm = 10.000 YTL

1000 cm = 100.000 YTL

Üst sınır da yok, ye yiyebildiğin kadar… Hayırlı kayınpeder ve şanslı damat… Yeni evli borç harç çok, işleri de o anda kesat giden dostum için çok cazip bir teklif… Bana göre ise zengin olmak için hayatının fırsatı… Kayınpeder ise çok ciddi bir şekilde tekrar dedi ki “Bumbarı yemek senden para benden… Mehmet’te hakem olsun bumbarı o ölçsün yedirsin” “Parayı ona göre ödeyeyim. Ye borçlarından kurtul zengin ol köşeyi dön…” Para burada. Bumbar sofrada. Metre benim elimde… Bizimki mırın kırın ediyor. Uzaktan yan yan bakıyor bumbara düşmana bakar gibi.

Baktım olmayacak çağırdım onu diğer odaya. Dedim yav bu fırsatı kaçırma. Beni de hakem tayin ettiler. Ben bumbarı ölçerken sündürürüm 5 cm ise 10 cm derim. Sen de beni sonra görürsün. Mertebeler içinde kar içinde kar. Sen de kazan ben de kazanayım. Ayrıca bumbarı dürüm yaparız içine çeşitli garnitürler koyarız bumbar olduğunu anlamazsın.

Dostumun eşinin de gözleri parlıyor tabi bu teklife ve eşini ikna etmek için o da az dil dökmüyordu. Yese bumbarı borçlar bitecek rahata kavuşulacak. Neyse uzun bir ikna sürecinden sonra kabul ettirdik şanslı damada bumbar yemeyi… Eşi getirdi en ince bir tane. Ben ölçtüm 5 cm idiyse 10 cm dedik. Yaptık dürümü. Sakladık bumbarı garnitürlü dürümün içine. Onca garnitürün içinde bumbarı bulmak bile zor. Verdik eline eşiyle birlikte dürümü. Gözünü kapayarak bir lokma alayım dedi. Yuttu mu yutmadı mı bilmiyorum. İkinci lokmayı da hatırlamıyorum Sanki adama işkence ediyoruz. Bayıldı, ayıldı. Kendinden geçti. Yemeye devam edemedi. Dolayısıyla ne kendini zengin edebildi, ne de bizi..

Şimdi bu dostum bumbar yer mi? Yemez mi? Bumbarla arası nasıl bilemem ama, hayatının fırsatını kaçırdı bence. Kulakları çınlasın...

Büyüklerimizden biriyle yaşadığımız bir hatıra:

12 Eylül öncesi üniversitede öğrenciyim. Teneffüste sınıftan çıktım. Geri döndüğümde sınıftaki karşıt guruplar birbirine girmiş kavga etmişlerdi. Zaten her teneffüs ve aralarda hırlaşır ve kapışırlardı. Bu seferinde polis de sınıfı doldurmuş ve herkesi yakalamıştı. Sırayla arabalara tüm sınıfı doldurup götürdüler. Ben kavgada yoktum filan dedimse de dinleyen yok. Arada biz de kaynadık ve bindik arabaya. Gittik karakola dizildik sıraya. Gel de masum olduğunu anlat. Sırayla bir güzel copla dayak attılar. Elimiz acıdan yangın yerine döndü. Hayatımda ki ilk ve son polis dayağını bedavadan yedik.

Bu da benim devlet baba ile yaşadığım bir hatıraydı..

Muhabbet dolu kalbi selamlar...

-MEHMET ABİ-

11.01.2008

mim

Ceylin'e cevaplarım:

* İçerlediğimiz bir hadise (intikam almışsanız bunu da yazabilirsiniz):

* İlk okula erken başladığım için ablamla aynı sınıfta okudum. Bir 23 nisan öncesi, özel kıyafet dedikleri bir etkinlik grubuna ablamla birlikte katıldık. İkimiz de pek hevesliydik. 23 nisana az bir vakit kala, katıldığımız etkinliğe bu yıl kız öğrencilerin dahil edilmeyeceğini öğrendik. Hayallerimiz yıkılmıştı. Ben parlak(!) bir fikirle ablamı teselli ettim. "Biz de bandoya katılırız, hem o daha havalı" diyerek. Hemen gittik öğretmenimizin yanına. Bando takımında bir kişilik yer vardı. Benim çelimsiz halimi gören öğretmenim, sen trompeti taşıyamazsın diyerek ablamı takıma aldı. Beni takıma almayan öğretmenime ve beni çatlata çatlata trompet çalan ablama fena halde içerledim. Hala imrenerek izlerim trompet çalan kız çocuklarını.

* En komik anılarımızdan biri:

* Ben trajikomik bir anımı yazmak istiyorum. Başörtümden çıkan iğneleri alelacele bulduğum yerlere saplamak gibi tehlikeli bir alışkanlığım var. Bu alışkanlığım şimdilerde azalsa da geçti diyemem. Yine bir gün acele ile başörtümden çıkardığım toplu iğneleri askıdaki gri renkte bir kumaşa sapladığımı hayal meyal hatırlıyorum. Bu kumaşın kayınpederimin pantolonu olduğunu öğrenmem uzun sürmedi tabi. Her ne kadar mahcubiyet olsa da, kayınpederimin yüzündeki mütebessim ifade ile benden intikam alacağını söylediği anı hatırladığımda hala gülüyorum :) Şimdi kayınpederimin blogu olsa da mimlesem, içerlediği hadiseye büyük ihtimalle bunu yazar. :)

* Büyüklerimizden biriyle yaşadığımız güzel bir hatıra:

* Rahmetli anneannemlerin o sene yaz mevsiminde kaldıkları yaylaya 15 günlük bir tatil için gitmiştik. Çocukluğumun pek çok güzel hatırası sığdı bu 15 güne. Çocukla çocuk olabilirdi anneannem. Normalde bir çocuğa yaptıramayacağınız bir çok işi nasıl yaparsa keyifli hala getirir ve hiç itiraz etmeden yapmamızı sağlardı. Yine bir gün dağ bayır gezmeye çıktık yaylada. Çam ormanlarına pikniğe gidiyoruz hoplaya zıplaya. Fakat pikniği hak etmeliydik. Kışa hazırlık yapmak için kozalak toplayacaktık bir grup torun asker ve kumandan anneanne eşliğinde. Kendine güvenen, ağaca tırmanıp topladıklarını aşağıya atıyor, yerdekiler de poşetlere dolduruyordu. Poşetleri doldurduk ve dönüş yoluna koyulduk. Zorlu bir yamaç vardı geçmemiz gereken. Anneannem elimizi tutuyor ki düşmeyelim. Tabii bizden önce ayağı kaydı tontonumun ve ipi kopmuş tesbih taneleri gibi aşağıya yuvarladık. Hayatımın en keyifli düşüşüydü. Olan sadece kozalaklara oldu.

***

Sıra geldi devir teslim törenine.

İlk olarak; en blogsuz blogcu Mehmet abiyi mimliyorum. Beni kırmayacağına eminim. Blogumu size kiralayabilirim Mehmet abi. ;) Veya, benim alan seninkinden geniş diyorsanız yorum penceresine de yazabilirsiniz.

Ayrıca;
Siyah Zambak, Emircan, Aşk-ı Beka mimlendiniz.

10.01.2008

Eğlenelim, Öğrenelim

Bu gün katıldığım programda, aile içi iletişim konulu kısa bir seminer de vardı. Konu seçiminden herkes memnundu. Malum, ortak ilgi alanı. Sıra seminere geldiğinde benim gibi arkadaşlarım da ciddi bir eğitimci bekliyorlardı ki en az benim kadar şaşırdılar.

"İtiraf edin, adımı okuyunca beni bayan sandınız değil mi?" diye söze başladı
Canten Kaya. İsmi annesinin kızlık soyadı imiş, ve adından çok çekmiş anlattığına göre. Şimdi ise adından memnun görünüyordu , iyi bir espri malzemesi olmuş onun için. Ben de sizden sayılırım dedi, Ayten, Nurten, Gülten, Canten... bizbize konuşuyoruz şurda dedi ve arada sorular sordu dinleyicilerine.

"Tek kelime ile evlilik nedir?" diye sordu. İletişim, anlayış, ahlak, paylaşım vs.. pek çok cevap aldı. Ben okul dedim. Filozofca buldu cevabımı :p evlilik aynı zamanda filozoflaştırıyor demek ki :)

Ezber bozan bir eğitimci bana göre. Eğlenerek de öğrenilebileceğine güzel bir örnek . Daha verimli olması açısından eşinizle gitmenizde fayda var. Olmadı.. tek gidin. Stand up tadında bir seminer dinleyin.

5.01.2008

şifa
















annem

bir demlik su kaynatsan sıcacık kalbinde

bir tutam ıhlamur demlesen sabrınla

biraz dua katsan şeker yerine

geçerdi sızılarım

4.01.2008

Hanımlarla İstişare

Hudeybiye antlaşması tamamlanmış ve Kureyş heyeti Mekke’ye geri dönmüştü. Fakat Müslümanların kampında büyük bir sessizlik hakimdi. Başlar öne eğilmişti. Bu kadar yolu gelmelerine rağmen Kabe’yi ziyaret edememiş olmaktan ve yapılan anlaşmadaki eşitsizliklerden dolayı hayal kırıklığı yaşıyorlardı.

Hz.Ömer (r.a) dayanamayarak ayağa kalktı ve Hz.Peygamber (s.a.s)in yanına gitti:

- Sen Allah’ın peygamberi değil misin?

- Evet!

- O halde neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz?

- Ben Allah’ın peygamberiyim ve Ona karşı gelemem. O bana zafer verecek.

- Fakat Sen bize Kabe’ye gidip onu tavaf edeceğimizi söylememiş miydin?

- Evet! Fakat bu yıl gideceğinizi söylemiş miydim?

- Hayır.

- Muhakkak Kabe’ye gideceksiniz ve onu tavaf edeceksiniz.
Hz.Ömer (r.a), kendisine hakim olamıyordu. Soluğu Hz.Ebubekir’in (r.a) yanında aldı. Aynı soruları ona da sordu. Hz.Peygamberin (s.a.s) söylediği cevapları duymamış olmasına rağmen o da aynı cevapları verdi.

Hz.Peygamber (s.a.s) ayağa kalktı ve halka seslendi:

- Ey Müslümanlar! Kalkın kurbanlarınızı kesin ve saçlarınızı tıraş edin!
Fakat Müslümanların hiç biri yerinden kımıldamadı. Hz.Peygamber (s.a.s), emri bir kez daha tekrarladı fakat yine kimse yerinden kımıldamadı. Üçüncü kere emir tekrarlandı ama yerinden kalkan olmadı. Hz.Peygamber (s.a.s) dönüp, hanımı Ümmü Seleme’nin yanına geldi:

- Ya Resulallah! (s.a.s) Neyin var?

- Ya Ümmü Seleme! Halkın bu hali nedir? Şaşılacak şey doğrusu! Onlara kurbanlarını kesmelerini tekrar tekrar söylüyorum. Sözlerimi duyuyorlar, yüzüme bakıyorlar ama içlerinden hiç biri emrimi yerine getirmiyor.
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bu hal, halka her nasılsa gelmiş bulunuyor. Sen hemen git, kurbanlık develerini kes ve tıraş ol! Kimseye de bir şey söyleme! Sen böyle yaparsan, halk da sana uyar.

Hz.Peygamber (s.a.s), “Bismillah, Allahu Ekber!” diyerek develerini kurban etti. Müslümanlar, Hz.Peygamber (s.a.s)in kurbanını kestiğini görünce, hepsi birden kurbanlarını kesmeye başladılar. Ümmü Seleme der ki:

- Kurbanlıklara doğru öyle yığıldılar ki, birbirlerini ezmelerinden korktum.

***

Bir yakınım anlatıyor:

- "Kadınlarla istişare et, dediklerinin tersini yap" diyordu dedem. Ben de latife olduğunu bilsem bile söylediklerinin etkisinde kaldım. Fakat zaman içerisinde gördüm ve anladım ki; "kadınlarla istişare et, dediklerinin tersini yap" diyen istişare ehlinin (bu hususta) dediğinin tersini yapmalı imiş. Tecrübe ile sabit.

2.01.2008

diş, dişçi, tosbağa


Bu günlerde, ailecek kendimizi emanet ettiğimiz bir türk hekimi var ki; muayenehanesi ikinci adresimiz, kendisi de aileden birisi oldu.

Kurtuldum kurtulacağım derken, bir de çocukların tedavileri çıktı. Yani yaşadığımız; 'dişimizi verdik çenemizi kaptırdık' türünden bir durum. Asıl şaşırdığım şey; ben çocukları dişçi koltuğuna nasıl oturtacağım diye düşünürken, yoğun bir doktor muhabbetiyle karşılaşmam. Benim bildiğim çocuklar dişçiden korkar. Hele de o kabir azabı aletler vızıldamaya başlayınca hepten tırsar. Bizde tam tersine, önce ben yaptıracağım tarzında tartışmalar yaşanıyor. S. soruyor mesela: "Anne benim dişim tekrar ne zaman çürür?" diye. Bu duruma sevinmeli miyim üzülmeli miyim diye sordum doktor teyzelerine. Bu cesur delikanlılarla gurur duymalıymışım.

Sizinle gurur duyuyorum minik tosbalarım. :)