27.03.2009

"yoldan geldik, yola gideceğiz..."




ve sustu tüm sebepler...

kader konuştu...



21.03.2009

krizlenimler

Kriz duasına çıkan medya sokakta mikrofon gezdiriyordu. Kadınlardan biri fırsatı bulunca açtı ağzını yumdu gözünü. Kendini öyle kaptırdı ki konuşmaya, komik duruma düştüğünün farkında değildi.

"Pazardan ıspanak bile alamıyoruz evimize" diye bas bas bağırıyordu. Evine ıspanak alamayan kadını kısaca tarif edeyim size. Kafanızda canlandırın...

Saçlar yeni boyanmış, röfleli, fönlü. Ortalama fiyat söyleyen bir kuaförde yaptırmış olsa, düz boyaya ve röfleye 100 tl. föne 15 tl. vermiş olması gerekiyor. Manikür vs. için en az 50 tl daha kuaför masrafı ilave edilebilir buna. Kılık kıyafet gayet düzgün. Yakası kürklü bir manto giymiş. Onlar için fiyat tahmini yapmaya bile gerek yok.

Bizim evde fazla tüketilmediği için yakın zamanda ıspanak almadım. Fiyatını bilmiyorum ama gayr-ı zaruri ihtiyaçlarına bu kadar para harcayan bir kriz maduresinin (!) güç yetiremeyeceği kadar zamlanmış demek ki...

***

Etraf bu tür örneklerle dolu. Ayağı ile yorganı arasındaki dengeyi tutturamayanlar, romatizmal mağduriyetlerinden sorumlu bir suçlu avına çıkmışlar. Sabıka dosyası kabarık olduğu için ilk akla gelen de o. Şamar oğlanı niyetine krizi çağıran çağırana.

Asıl tuhaf olan ise; alışveriş merkezleri, çarşılar, büyük marketler insan kaynıyor... Herkes çarşıda, pazarda... Bir tek kriz yok!

13.03.2009

Öldüğünüz topraklardaki zeytinler de gözlerin kadar siyah mı?

Düşene damdan bakıp da ağıtlar yakan anlamazmış meğer damdan düşenin halinden...


Ateş yakmışsa bir kere düştüğü yeri, yakınındakilerin payına düşen, yanık kokusundan mütevellid hafiften bir geniz yanmasıymış meğer... Bir iki öksürük hasıl olurmuş bu geniz yangınından, az biraz da soluğu daralırmış belki... O acıyla yananın halinden dem vurmaya kalkarmış da başlarmış anlatmaya yangında kül olanların halinden. Yazarmış, çizermiş, anlatırmış, anlarmış güya...


Bilmezmiş ki o sadece geniz yangınından anlarmış. Oysa ateşte yanmak öyle mi? Bilmezmiş ki değil ateşte yananın halini, yangının dumanında kalanın halini bile yazmaya yetmezmiş yeryüzündeki hiç bir alfabe. Ne bir lisan anlatabilirmiş yaşananları, ne de yanmayan bir insan.


Hakikat terazisinin bir kefesine yazılanlar, çizilenler, anlatılanlar, okunanlar, görülenler, hissedilenler, zannedilenler üst üste istif edilse de, "yaşananlar" kefesini gram oynatamazmış yerinden.


...


Böyle düşünmüyordum Ehlem'i tanıyana dek. En azından hislerine tercüman olmak daha doğrusu öyle sanmak, sızlayan vicdanıma düşük dozlu anestezi etkisi yapıyordu.


19 yaşında bir Gazze'li Ehlem. Ateşte yananlardan. Canı da cananı da yananlardan bir Gazze'li genç kadın. Türkiye'ye tedavi için getirildiği günden bu yana ilk defa bir günlüğüne hastaneden çıktığında, bir dostumun evinde tanıdım Ehlem'i. Hastanede ziyaret etmemek için türlü bahaneler üretmiştim kendime. Sebebini kendime bile açıklayamadan yan çizmiştim. Ev ortamında görmek daha iyi olacaktı. O'na soracak o kadar çok sorum vardı ki... Söylemek istediklerim.. dinlemek istediklerim... Zihnimde sıralıydılar birer birer.


Ehlem'in mütebessim çehresini, zeytin karası gözlerini görmek ezberlerimi unutturmaya yetti. Daha önceden tadını bilmediğim bir acı belirdi damağımda. Öyle ki; lâl oldu dilim. Oysa çok kolaydı "acılarınızı paylaşıyoruz" demek. Hani şu dilimize tesbih ettiğimiz cümlecik. Demedim, diyemedim, diyemezdim de... Paylaştığımı sandığım acı bu acı değildi. Zaten onun istediği de bu değildi. Böyle acıdan paysız olsundu tüm mü'minler.


4 ay önce evlediği eşi ile birlikte ailesinden 11 kişiyi şehit vermişti. Şarapnel parçasıyla yaralanan ayağının ağrıyıp ağrımadığını sorunca "Orası değil, burası ağrıyor" dedi kalbini göstererek.


"Allah sabredenlerle beraberdir" ayetinde teselli bulmuş bir Gazze'li Ehlem. Ayağına batan dikene mızrak muamelesi yapanların gözüne sokarcasına sabreden, şükreden bir genç kadın. Vücudu zayıfladıkça ruhu kuvvet bulmuş belli ki. Ayağına değil de sanki imanına takılmış o demir parçaları. İyice perçinlemiş inancını. Rabbine vidalanmış sımsıkı.


Ehlem'e annesi refakat ediyor. Belli ki (her anne gibi) O'nun canı daha çok acıyor. Pervane oluyor kızının etrafında. Hep mütebessim, hep mütevekkil anne kız. İman, tevekkül, teslimiyet kelimelerini hâl diliyle söyleyenler, hâl mürekkebiyle yazanlar onlar...


Gazze'li hastalar arasında durumu çok daha ağır olanlar var. Ahlem yakında taburcu olacak hastalar arasında. Gazze'yi ve Gazze'de kalanları çok özlemesine rağmen Türkiye'den ayrılmanın zor olacağını, buradaki kardeşlerini de çok özleyeceğini söylüyor.


Ehlem'in buradaki tedavisinin bitmesine az bir zaman kaldı. Fakat şunu da iyi biliyor ki; Şafi olan Allah'tan başka hiç bir tabip derman olamayacak derdine. Hiç bir ilaç iyi gelmeyecek yaralarına iman merhemi kadar.


Ve hiç bir günü bu kadar hasretle beklemeyecek 'hesap günü'nü beklediği kadar.



1.03.2009

Kamuflaj ( l ince okunur, tdk öyle diyor)

Filmin başlamasına bir iki dakika kala sinemanın girişine doğru ilerledim. Girişte biletleri kontrol eden görevliyi görmek için etrafa bakınarak içeri girerken "hanımefendi biletlerinizi görebilir miyim?" diye seslendi birisi. Hemen yanımdaki taburede oturan kızı ancak o zaman farkettim.

Sarı renkte bir duvarın önünde duruyordu. Sapsarı saçları vardı. Sarı bir tişört giymişti. Yorgunluktan benzi de sararmıştı. Komandolar bile doğada bu derece başarılı kamufle edemezlerdi kendilerini. "Pardon... şey.. sarıdan dolayı..." diye gevelemeye başladım lafı. Durumu farkedince o benden daha çok güldü :) Benim halim mi daha komik geldi ona yoksa kendi halimi bilemiyorum :)

...

Ren geyiği Niko'nun maceralarını izledik. Film bittiğinde çocukların hayal gücü tavan yaptı. Herkes kendi senaryolarını anlatıyordu. Benimse aklımda girişte yaşadığım olaydan hatırıma gelen, çocukla karıncanın şu diyaloğu vardı. Animasyonu yapılsa da fena olmazdı.

"Çocuk sordu:

-Ey karınca karınca!
Kara renkli karınca!
Seni gören olur mu?
Ortalık kararınca?

Karınca cevap verdi:

-Karanlık bir gecede
Simsiyah bir bacada
Kara tüylü keçede
Olsam bile ey çocuk
Beni Allah'ım görür!"