28.12.2007

Kuşların penceresi

Oradan bakınca nasıl görünüyoruz?

Sizin gibi kanatlarımızın altına alamıyoruz dünyayı.

Yine de, sizden kopya çekerek dev gibi kanatları olan metal kuşlar yapabiliyoruz.

Onları uçurabilmek için senelerce kafa patlatıyoruz ve başarıyoruz.

Uçabilmenin verdiği gurur sesimize bile aksediyor, bir havalara giriyoruz havada.

Sonra, küçücük bir hata ile o kocaman metal kuşu, taşıdıklarıyla beraber yere çakabiliyoruz.

Çok mu beceriksiz görünüyoruz?

...

'Kuş gibi' canınız var ya.. mala mülke tamah etmiyorsunuz.

Yavrularınızı koruyacak çalı parçaları, bir de doyuracak kadar yemek kafi size.

Biz; ağzımıza aldığımız lokmayı yutabileceğimizden emin değilken, daha pahalı seramikler, saunalı banyolar, ipekten halılar için çalışıyoruz da çalışıyoruz.

Çok mu ahmak, çok mu zavallı görünüyoruz?

...

Şuursuz olduğunuz halde, görevlerinizi hiç aksatmadan yerine getiriyorsunuz.

Yaratanınızı tanıyorsunuz, O'nun sevkiyle tabiatın dengesine katkıda bulunuyorsunuz.

O'nu zikrediyorsunuz türlü namelerle.

'Beni yaratanı bil' diyorsunuz, eşref olarak yaratılan bizlere.

Şuur sahibi bizler; gözümüze sokarcasına gösterilenlere bakıyoruz, görmüyoruz.

Görüyoruz, anlamıyoruz.

Anlıyoruz, inkar ediyoruz.

Çok mu cahil, çok mu gafil görünüyoruz?

...

Akıllıyız ve aklımızı kullanıyoruz.

Şahane çıkar hesapları yapıyoruz.

En güçlü silahları yapmak için yarışıyoruz.

Menfaatlerimiz için insanlığa kıyıyoruz.

Yanıbaşımızda katliamlar yapılıyor, alışıyoruz.

Bir yerlerde insanlar açlıktan ölüyor, biz doyuyoruz.

Çok mu bencil, çok mu merhametsiz görünüyoruz?

...

Kötü nam salmış bir akrabanız var; akbaba.

O bile, kuş kadar beyniyle canlılara saldırmıyor.

Fakat biz yaşamak için değil, yaşatmamak için öldürüyoruz.

Çok mu cani, çok mu vahşi görünüyoruz?

...
Sonra.. biz sevdiklerimizi özlüyoruz.

'Uçup gidiversek yanlarına' diyoruz, uçamıyoruz.

Hayata emekleyerek başlıyoruz, en sonunda koşabiliyoruz, hepsi bu.

Akllıyız ya hile yapıp yardım alıyoruz ürettiklerimizden, zar zor ulaşıyoruz bir yerlere.

Öyle kafamıza esince dağların, canımız isteyince denizlerin üzerinde salınamıyoruz.

Üşüdüğümüzde, baharın en güzel yaşandığı yerlere göçemiyoruz, geride bıraktıklarımızı düşünmeden.

Kendi ördüğümüz duvarlarla çevrili hayatımızda, sınır tanımayan özgürlüğünüze imreniyoruz.

Çok mu aciz görünüyoruz?

...

Merakımı giderin kuşlar!

Oradan bakınca nasıl görünüyoruz?

24.12.2007

Âkıl için bitti bayram


Bir sayfa daha çevrildi ömür defterimizden.

Üzeri; 'kurban' edilenlere, bayramlık elbiselere, dolup boşalan şekerliklere, tatlanmış ağızların tatlı muhabbetlerine, devamlı çalan kapı zillerine, samimi kucaklaşmalara, çocuk cıvıltısına, bozuk para şıkırtısına, bayramın telaşına, coşkusuna dair satırlarla doldurulmuş bir sayfa daha...

'Kudretin kalemi' daha nice bayramlık sayfalar yazsın bize ve sevdiklerimize. Hayırla, sağlıkla inşaallah...

16.12.2007

Bi İsmi Allah

Sık kullanılanlar listemin en çok tıklananlarından. Blogumun ilk postlarından birinde yine yayınlamıştım. Çok sevdiğim bir zikir...

14.12.2007

Hayat!

Bir otobüs dolusu insan!

Hepsi aynı yöne gidiyor.

Fakat,

Bakışlar farklı, duruşlar farklı, düşünceler farklı...

Karşımdaki bebekle, yaşlı amcanın göz renkleri aynı.

Peki ya o gözlerin söyledikleri...

Ceketinin üzerinden bir atkıyla sıkıca sarılmış bebek.

Atkının kenarı ağzına değdikçe onu emmeye çalışıyor.

Bütün derdi bu.

Peki yaşlı amca?

O ne hüzünlü bakışlar.. ne yorgun.. ne durgun...

"Benim sonuna geldiğim yolun henüz başındasın bebek!"

"Bir bilsen ne zor hayat, bir bilsen..." der gibi bakıyor yanındaki bebeğe.

Hemen yanında paraları toplayan muavin..

Kaşları tamamen dökülmüş, saçların yarısı dökülmüş.

Belli ki kemoterapi görüyor.

Onun için var mı sağlıktan daha değerlisi?

Elindeki poşetleri taşıyamayan süslü hatunun aldıklarından ona ne.

Bir genç kız ayakta bekliyor, bir yandan bebeğe bakıyor imrenen bakışlarla.

Belki de anne olacağı zamanı düşlüyor.

Arka tarafta genç delikanlılar kahkahalarıyla otobüsü inletiyor.

Ne gam.. ne keder.. dünya onların sanki...

Yanımdaki tombul teyze, gençlerden oturacak yer bulamamış.

Poşetlerini almış sol yanına düşmemek için uğraşıyor.

"Yazık!" diye söyleniyor sessizce.

Saçlarını turuncuya boyamış bir genç kız, yeni kuaförden çıkmış belli.

Göz ucuyla camdaki yansımasında kendini izliyor hayran hayran.

Nasıl göründüğünden daha önemli ne olabilir?

4-5 yaşında bir çocuk, annesini kaldırıp kendi oturmak için sızlanıyor.

Ona nasıl yer olmaz.. ne demek 'büyükler ayaktayken küçükler oturmaz?'

Kimi ilaç saatinin,

Kimi namaz vaktinin,

Kimi akşam pişireceği yemeğin,

Kimi elektrik faturasının,

Kimi sınavlarının,

Kimi sevdalarının derdinde,

Bir otobüs dolusu insan!


Görünüşte aynı yöne giden, fakat her biri kendi yönünü kendi belirleyen

Bir otobüs dolusu insan!


Tıpkı koca arzdakiler gibi.

13.12.2007

İkramiye

Şu internet denilen alem ne acaip bir şeydir ki urgan ile bağlar kendine. Hele de yeni tanışıyorsanız nasıl olduğunu anlamadan samimiyetin cılkını çıkarıverirsiniz. Kullanım alanı malumunuz çok geniş. Şerre de hizmet eder hayra da. Tercih kullanıcıya ait.

Misal;

Hayatını hayır üzerine şekillendirmiş, çok kıymetli bir tanıdığım, internet deryasına hızlı bir dalış yapmış ve tanışma süreci çok eğlenceli olmuş. Saat gecenin 3'ünde heyecanla eşini uyandırmış. "Kalk" demiş. "kalk bir şey kazandım hem de 500 tane." Eşi, söylene söylene uyanmış. "Hayırdır inşallah bizim hanıma acemi şansı vurdu heralde" demiş. Ekrana bakmış ki; cep telefonu operatörlerinden birinin her zamanki reklamlarından biri, "ayda şu kadar kullanana 500 SMS hediye".

"SMS kazanmışım ama SMS ne ki?" demiş sevgili H. Durumu anlayınca hayal kırıklığı ile gülmüş kendi kendine. "Hayatımda hiç bir şey kazanmadım. Kabe resimlerine bakıyordum, o mübarek yerin hürmetine ikramiye kazandım sanmıştım." demiş, fikrine, zikrine hayran olduğum, bütün vaktini 'ebedi ikramiye' için sarfeden sevgili H.'cığım.

Yazmama izin verdiğin için teşekkür ederim, öpüyorum ellerinden :)

9.12.2007

Meclis-i Mebusan

Çocuk yaşlarımdan itibaren ara sıra TRT 3 izlerim. Siyasete ve siyasetçilere merakımdan değil, aksiyon merakımdan izlerim meclis televizyonunu. Zira çocukluğumda rahmetli tonton amca Turgut Özal dışında merakımı celbeden siyasetçi yoktu. Fakat kavga, gürültü, hatibe sataşmalar her daim vardı, var.

Kürsüye çıkan her hatibin konuşmasında ayrı ayrı hatalar bulmak, eleştirmek, jest ve mimikleri hakkında yorum yapmak.. kısacası; oturduğun yerden ahkam kesmek çok kolay ve keyifli. Bir de; hatırı sayılır sıklıkta çıkan patırtılar, lacileri çekmiş kelli felli adamların uzaktan "hebehube" diye anlaşılan, karada yüzmeye çalışır gibi yaptıkları el kol hareketleri eşliğinde söyledikleri-söylemeye çalıştıkları ve bunun gibi "action" görüntülerdir TRT 3'ün reytingini artıran.

Bütçe görüşmelerinin yapıldığı şu günlerde meclis bir başka hareketli. Açıldığı günden itibaren "Devletin malı deniz" anlayışını benimseyenlerden "Denizden bile abdest alsanız israf etmeyiniz" hadisini şiar edinenlere kadar envai çeşit siyasetçiye ev sahipliği yapmış mecliste, bütçe görüşmeleri her zaman tartışmalı geçmiştir.

Çocukluğumda izlediğim TBMM'nin düşündürdükleri ile, şimdi izlediğim TBMM'nin düşündürdükleri arasında en az geçen yılların sayısı kadar fark var. Ancak en önemlisi; şu ayetten ve bizi yönetenlere yüklediği mesuliyetlerden şimdi haberdar olmam:

“Hiç şüphe yok ki Allah (c.c), size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah (c.c) size öğüt veriyor! Doğrusu Allah(c.c) işitendir, görendir.” (Nisa sûresi, 4/58.)

Yakın zamanda dinlediğim bir kıssayı aklımda kaldığı kadarıyla sizinle paylaşmak istiyorum:

Eskiden bir hanım, geceleri ay ışığında nakış ya da ona benzer bir iş yapmaktadır. Arada sırada geçen gece bekçilerinin el fenerleri etrafı aydınlatır ve nakışın, bekçilerin ışıklarından faydalanılarak yapılan kısımları daha düzgün olur. Bu durumdan vicdanen rahatsız olan hanım, bulunduğu yerin kadısına giderek bunun helal olup olmadığını sorar. Kadı bu soru üzerine çok şaşırır ve " Sen kimsin? Hangi ailedensin?" diye sorar. Hanım, Bişr-i Hafi'nin kız kardeşidir.

6.12.2007

Suç Aleti Toplu İğne!

Başını örten hanımlar arasında, örtüsünü türban olarak isimlendirenler olduğu gibi başörtüsü demeyi yeğleyenler de var. Ben türban'ı hiç bir zaman benimseyemedim. Zaten kelime manasıyla bizim kullandığımız örtüyü tarif etmiyor. Buna rağmen, malum kesim ninelerinin örttüğü başörtüsüne dil uzatamayacakları için suçlu olarak türbanı seçmiş olmalılar.

Ahmet Hakan dünkü
yazısında masum başörtüsü ile suçlu türbanı mukayese etmiş, 12 fark bulmuştu. Bu konu bizim evde fikir ihtilafına sebep oldu. Ben, başımı örten örtüye; -her ne kadar toplu iğne kullanarak örtsem de- maksadımı net bir şekilde ifade eden başörtüsü demeyi tercih ediyorum. Sizin de fikirlerinizi merak ediyorum.

Bu yazıyı yazarken Ahmet Hakan'ın bu günkü
yazısına da göz attım. Yazıda katıldığım bölümler olmasına rağmen, "türban karşıtı cephe'nin" anlayamadığı husus hakkında aydınlanmadığımı söylemeliyim.

Bütün kavga kıyamet, kapatılan okul kapıları, kamusal alan çilesi.. sadece örtülülerin "saç gösterme" konusundaki "katı prensiplerini" anlayamamalarından mı?

Hepsi bu mu?


1.12.2007

Önemli!

Yaşanmış gerçek bir olay:

Adamın biri arabasıyla giderken yolda bir yolcu alır arabaya. Adam arka tarafa biner. Şöför:

- Eee hemşerim kimsin? Nereye gidersin? der. Yolcu:

- Ben Azrailim. Canını almaya geldim der. Şöför alaycı bir tavırla:

-Sen mi Azrailsin? Yahu senin gibi Azrail olurmu hiç? der Yolcu sakin bir tavırla:

-Sen daha önce Azrail gördün mü ki tarif ediyorsun der ve ekler yolcu:

- İnanmadın bana öylemi? der. Şöför:

- İnanmadım tabii der. Yolcu:

- O zaman 200 metre ileride bir adam daha alacaksın der. Gerçekten de adamın dediği gibi şöför 200 metre ileride bir yolcu daha alır. Ama yolcu ön tarafa oturur. Olaylar bundan sonra daha da enteresanlaşır. Şöför yanındakine:

- Ee sen kimsin? Nereye gidersin der. Öndeki:

- Abi beni merkezde bir yerde indirirsen çok sevinirim, adım felanca der. Şöför:

- Yahu şu arkadaki adam bana Azrailim diyor, görüyon mu şu herifi hem iyilik ediyoz hem de dalga geçiyor zibidi der. Öndeki arkaya bakar ama kimse yoktur. Öndeki:

- Abi arkada kimse yok ki. Şöför hışımla arkaya bakar ve:

-Kör müsün be adam? Arkada oturuyor ya der. Öndeki arkaya bir daha bakar ve:

- Abi senin kafan iyi mi, yoksa dalga mı geçiyorsun der. Bu sefer arkadaki söze girer:

- Gördün mü der öndeki beni ne duyabilir ne de görebilir der şöföre. Şöförün bir anda dizlerinin bağı çözülür bet beniz atar. Arkadaki şöföre:

- Hadi der arabayı kenara çek 2 rekat namaz kıl canını alacağım der. Şöför ağlamaklı çaresiz bir şekilde arabayı kenara çeker ve iner arabadan.

Sonra.. sonra ne olmuş biliyor musunuz?

Adamlar arabayı aldıkları gibi kaçmışlar. :)