13.03.2009

Öldüğünüz topraklardaki zeytinler de gözlerin kadar siyah mı?

Düşene damdan bakıp da ağıtlar yakan anlamazmış meğer damdan düşenin halinden...


Ateş yakmışsa bir kere düştüğü yeri, yakınındakilerin payına düşen, yanık kokusundan mütevellid hafiften bir geniz yanmasıymış meğer... Bir iki öksürük hasıl olurmuş bu geniz yangınından, az biraz da soluğu daralırmış belki... O acıyla yananın halinden dem vurmaya kalkarmış da başlarmış anlatmaya yangında kül olanların halinden. Yazarmış, çizermiş, anlatırmış, anlarmış güya...


Bilmezmiş ki o sadece geniz yangınından anlarmış. Oysa ateşte yanmak öyle mi? Bilmezmiş ki değil ateşte yananın halini, yangının dumanında kalanın halini bile yazmaya yetmezmiş yeryüzündeki hiç bir alfabe. Ne bir lisan anlatabilirmiş yaşananları, ne de yanmayan bir insan.


Hakikat terazisinin bir kefesine yazılanlar, çizilenler, anlatılanlar, okunanlar, görülenler, hissedilenler, zannedilenler üst üste istif edilse de, "yaşananlar" kefesini gram oynatamazmış yerinden.


...


Böyle düşünmüyordum Ehlem'i tanıyana dek. En azından hislerine tercüman olmak daha doğrusu öyle sanmak, sızlayan vicdanıma düşük dozlu anestezi etkisi yapıyordu.


19 yaşında bir Gazze'li Ehlem. Ateşte yananlardan. Canı da cananı da yananlardan bir Gazze'li genç kadın. Türkiye'ye tedavi için getirildiği günden bu yana ilk defa bir günlüğüne hastaneden çıktığında, bir dostumun evinde tanıdım Ehlem'i. Hastanede ziyaret etmemek için türlü bahaneler üretmiştim kendime. Sebebini kendime bile açıklayamadan yan çizmiştim. Ev ortamında görmek daha iyi olacaktı. O'na soracak o kadar çok sorum vardı ki... Söylemek istediklerim.. dinlemek istediklerim... Zihnimde sıralıydılar birer birer.


Ehlem'in mütebessim çehresini, zeytin karası gözlerini görmek ezberlerimi unutturmaya yetti. Daha önceden tadını bilmediğim bir acı belirdi damağımda. Öyle ki; lâl oldu dilim. Oysa çok kolaydı "acılarınızı paylaşıyoruz" demek. Hani şu dilimize tesbih ettiğimiz cümlecik. Demedim, diyemedim, diyemezdim de... Paylaştığımı sandığım acı bu acı değildi. Zaten onun istediği de bu değildi. Böyle acıdan paysız olsundu tüm mü'minler.


4 ay önce evlediği eşi ile birlikte ailesinden 11 kişiyi şehit vermişti. Şarapnel parçasıyla yaralanan ayağının ağrıyıp ağrımadığını sorunca "Orası değil, burası ağrıyor" dedi kalbini göstererek.


"Allah sabredenlerle beraberdir" ayetinde teselli bulmuş bir Gazze'li Ehlem. Ayağına batan dikene mızrak muamelesi yapanların gözüne sokarcasına sabreden, şükreden bir genç kadın. Vücudu zayıfladıkça ruhu kuvvet bulmuş belli ki. Ayağına değil de sanki imanına takılmış o demir parçaları. İyice perçinlemiş inancını. Rabbine vidalanmış sımsıkı.


Ehlem'e annesi refakat ediyor. Belli ki (her anne gibi) O'nun canı daha çok acıyor. Pervane oluyor kızının etrafında. Hep mütebessim, hep mütevekkil anne kız. İman, tevekkül, teslimiyet kelimelerini hâl diliyle söyleyenler, hâl mürekkebiyle yazanlar onlar...


Gazze'li hastalar arasında durumu çok daha ağır olanlar var. Ahlem yakında taburcu olacak hastalar arasında. Gazze'yi ve Gazze'de kalanları çok özlemesine rağmen Türkiye'den ayrılmanın zor olacağını, buradaki kardeşlerini de çok özleyeceğini söylüyor.


Ehlem'in buradaki tedavisinin bitmesine az bir zaman kaldı. Fakat şunu da iyi biliyor ki; Şafi olan Allah'tan başka hiç bir tabip derman olamayacak derdine. Hiç bir ilaç iyi gelmeyecek yaralarına iman merhemi kadar.


Ve hiç bir günü bu kadar hasretle beklemeyecek 'hesap günü'nü beklediği kadar.



Hiç yorum yok: