13.01.2009

Hafta içi her akşam birbirimizi "yemekteyiz"

Milletimizin en güzel hasletlerini birer birer yiyip bitirmekteyiz. Ahlâkî değerleri kemirmekte, sonra da bir güzel öğütmekteyiz. Âdab ve terbiyenin tadını tuzunu kaçırmaktayız. Türk milletinin tarihten bu güne özenle pişirdiği aşa su katmaktayız. Beş-on bin liraya değerlerimizi satın alanların ekmeğine yağ sürmekteyiz...

Bu programın (şimdi benzerleri de türedi) eğitici(!) bir tarafı da var. Yeni yemek tarifleri, çeşit çeşit sofra düzeni ve süslemesi gibi konularda eğitiliyoruz. Tabi bunların yanında; iki yüzlülüğü, samimiyetsizliği, üç-beş saatlik şöhret uğruna, belki otuzbeş senede kazandığımız değerleri ayaklar altına almayı da öğreniyoruz. Hem de şimdiye kadar güzel bildiğimiz her şeyi değiştiricek kadar sağlam yazıyoruz zihnimize.

Biz; masada bıçağın hangi yöne konulacağını bildiğimiz kadar yemeğe dudak kıvrılmayacağını da bilirdik. Çatalın ucuyla yemeği didikleyip olduğu gibi çöpe göndermenin, nimeti gönderene şükürsüzlük olduğu da bilirdik. Masaya vurarak “nerde kaldı benim yemeğim!” nâraları atmanın terbiye dışı olduğunu da bilirdik.

Annelerimizin, ninelerimizin odalar dolusu misafirleri yamalı yer sofralarında nasıl keyifle ağırladıklarını, yine bunlar gibi samimi sofralara misafir olduklarında, yemekten nasıl şükür ve memnuniyetle kalktıklarını ve bize de böyle öğrettiklerini unutacak kadar güzel eğitiliyoruz.

Her yaştan insanlara sirayet eden eleştiri hastalığının ve anlamsız gurmelik merakının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki?

...

Varsın sofra düzeniniz demode olsun...

Mantılarınız kalın açılmış, çorbalarınız yağlı olsun...

Varsın mum olmasın sofranızda...

Yeter ki etrafında samimi tebessümler olsun.

2 yorum:

Ceylin dedi ki...

Ellerine sağlık ebruliciğim. Bu yazın tam damak tadıma uyuyor :)

Ebrûlî dedi ki...

afiyet olsun ceylimcim, her zaman bekleriz ;)